Marifet Penceresinden Yunus Emre
Bismillâhirrahmânirrahîm.
"İlim , ilim bilmektir.
İlim , kendin bilmektir.
Sen, kendini bilmezsin
Bu , nice okumaktır."
Okumanın manası,
Kişi Hakk’ı bilmektir.
Çün (ne), okuduğunu bilmezsen
“Ha, bir kuru emektir.”
Yukarıda Yunus Emre’nin çok bilinen şiirini “Marifet Penceresinden” görebildiğimiz kadarıyla sizlere anlatalım istedik.
“Elif’i geçip; Lam’da yanan” ve 750 yıldır hep sevilen ve sevilmeye devam edecek olan Yunus Emre’nin; her şiirinde olduğu gibi bir bilinen; bir de gül goncası gibi açıldıkça açılan; öğrendikçe – bilindikçe daha derinde anlamları bulunan şiirleri “Marifet ” penceresinden bakıldığında; bizlere ” bugünün öğretisi ” gibi hala önümüzde taptaze durmakta olduğunu görüyoruz.
Bu şiire Marifet Ehli isen, aldığın yol kadarını; değilsen de bilgilerinin ışığında daha geniş açıdan bakmanı sağlamaya çalışacağız.
Ne diyor Mevlana? : “Fi Hi Mafih” alabildiğin kadar, anlayabildiğin kadar. Fazlası yok. Olamaz da. Ne olur anlamak için lütfen biraz çaba gösterin ve düşünün.
Yazımıza başlarken yine Allah aşkından yanan Yunus Emre’nin bir başka şiirini yazalım, yazalım ki; yanlış anlaşılmaktan kaçınmaya çalışalım:
“Ben gelmedim, davi (dava-çekişme) için
Benim işim sevgi için
Dost’un (Allah’ın) evi gönüllerdedir
Gönüller yapmaya geldim.”
Bu şiirde olduğu gibi bizler bu yazılacak olanlar hakkında sizinle tartışmak, fitneye sebep olmak için kaleme almadık. Sadece yaşananları; Marifet yolunu sizlere anlatmak için ve en önemlisi:” Allah ve Resulüne Sevgili ” olacaklara yol göstermekten ibaret olması için yazıya döktük.
Bu Halil İbrahim Sofrasıdır. Rızkında olan nasibini alır. Sizler, bu güzellikleri yaşamadınızsa; ” yaşanmıyor ” demekle olmaz ki !… Yaşa ve Gör.
İlk cümleye gelelim: “ İlim, ilim bilmektir.” Burada bahsedilen ilim, ”Allah’ın bir olduğunu, eşi benzerinin olmadığını bilme; var olduğunu ve yarın huzurunda yaşattığı her kulunu amellerine – işlerine göre hesaba çekeceğini; yarattıkları üzerinde tam hakim olduğunu kesin olarak bilme ilmidir. Allah’ı sevme ve teslim olmadır.
Bu ilim Kur’an-ı Kerim’dir, sünnetlerdir. Kısaca söylemek gerekirse; bahsedilen ilim ” Allah’ımızı Bilme ” ilmidir. O’nun emir ve yasaklarını bilmek, uygulamak ilmidir. Bu da Allah’ımızın, Yüce Kitabında uymamızı istedikleri ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yaşamında uydukları ilimdir.
Hiç bir şekilde “O, Yüceler Yücesi’nin zatı – şekli nasıldır?” sorusuna cevap aramak değildir. O’nun zatına hiç bir şey benzemez. O’na hiç bir şey denk değildir. O, her türlü yarattığı yaratıklara benzemekten çok uzaktır. Münezzehtir, Sûbhandır.
İkinci cümlede ise : “İlim kendin bilmektir.”
Bu cümle üç şekilde ele alınır:
1- Yukarıda açıkladığımız ilmi sen bileceksin, öğreneceksin.
2– Sen kendini bileceksin. Allah’ın emir ve yasaklarına ne kadar uyduğunu; bunları hayatında ne kadar uyguladığını, ne kadar Kur’an-ı Kerim’e ve sünnetlere sahip çıktığını bileceksin.
3- Nefsinin ne olduğunu bileceksin. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): ” Nefsini bilen, Rabb’ini bilir .” demekte.
Allah’ımız, her kulunun nefsini bir hayvan sıfatı ile sıfatlandırmıştır. Bizi meleklerdenayıran en önemli fark; nefistir. Yaradılıştaki fark değildir. Melekler nefs sahibi değillerdir.
Şimdi kendine sor bakalım: “Hangi hayvanî nefs sahibisin?” Ancak tahmin edersin. Tahmininde ne kadar doğrudur? Bilemezsin.
İşte bu sorunun doğru cevabını yalnızca ve yalnızca –Zikirde– bulursun.
Zikre başladığında; Üveys Veysel Karane Zikrine başladığında, mutlaka ama mutlaka nefsinin, hangi hayvanî sıfatla sıfatlandırıldığını birinci elden ve doğru olarak alırsın. Gösterilen hayvanla nefsin birebir aynıdır.
Yılan şeklinde görünürse: Yalancı, acıması az, sinsi, fırsatını bulunca insanlara acımadan saldıran, gıybet yapan ve bundan zevk alan vb. kötü ahlakı taşıyansın demektir.
Domuz olarak gösterilirse: Sen helali haramı ayırt etmeyensin. Bu kazanç yönünde olduğu gibi eşine sadık olmaya asla önem vermeyen birisisin. Her şey benim olmalı düşüncesini taşıyan bencilin, vurdumduymazın tekisin.
Ayı, kaplan, çakal, kurt vb. yırtıcı hayvanlardan birisi gösterilirse: Sen acıma – merhamet bilmeyensin. Hoşuna giden her şeyin senin olmasını isteyensin. İstemekle kalmayıp bunun için her yola başvurmaktan çekinmeyen birisisin demektir.
Köpek nefse sahipsen: Parayı – dünyayı çok sevensin, para için her şeyi yapansın demektir. Ama sevdiklerini de korumaya çalışansın. Bir yere kadar (menfaatine ters düştüklerinde) onları da yok sayabilecek kadar vurdumduymazsın demektir.
Bu arada şunu da belirtelim ki; gösterilen hayvanın boyunun, büyük veya küçük olması ile de nefisle eşdeğer olmuştur. Yani hayvan ne kadar büyükse nefsiniz o kadar büyük, hayvan ne kadar küçük ise nefsiniz de o kadar küçük demektir. Madem ki Yunus Emre’den konuyu açtık, O’nun nefsinin de “Ejderha”, çok büyük bir yılan olduğunu bilin.
En kötüsünü ise en sona sakladım. Milyonda bir olur. O da –İblis sıfatlı nefs-. Rabbim o nefsi de bu kula vermiş.
Veren Allah (c.c); “Kul zikirle, Rabbini anmaya başladığında; nefsin yenilmesinde yardım eden de Allah (c.c), Marifeti Allah’ın yardımıyla bitirdiğinde; hayvani nefsini insani nefse çeviren de Allah(c.c)’tır.
Zikir ile ” Marifet Kapısından ” içeri girdiğinde nefsinin sembolü olan hayvanın kötü ahlakından uzaklaşmaya başlarsın. Artık hangi kötü ahlakla mücadele etmen gerektiğini nelere dikkat etmen gerektiğini ilk elden ve vasıtasız olarak öğrenmişsin demektir. Konu edilen ilim, işte bu.
Zikrindeki ”La İlahe İllallah ” söylendikçe; taştan daha katı – sert olan nefsin yumuşamaya başlar. Nefsin asiliği gider, yerine Allah’ın emir ve yasaklarına uyan nefs gelir. Nefs, Allah’ın emir ve yasaklarına uymaya başladığında; “Kalp – Fuad ” dediğimiz yerde ne harikalar meydana gelmeye başlar. Görülmeyenleri görürsün, kimsenin duymadıklarını duyarsın. Daha neler neler yaşarsın.
Kainatı ve kainatı – dünyayı yaratan Allah’ ın hakikatini –kalben keşfetmeye– başlayabilirsin. Buna hak kazanmışsın demektir. Çünkü nefsine karşı galip gelmeye başlamışsın. O halde ilahi armağanlara mutlaka kavuşacaksın. Sana mutlaka hediye olarak verilecektir.
Allah’ını tanıma ve sevme yolundaki çaba ve gayretlerin sonunda; kalbinde keşfe – görmeye dayalı bilgiler oluşur. Bu bilgilere “ Marifetullah ” denir. Bu bilgilere ulaşana da “Arif ” denilir.
Marifet erenler sofrasından elde edilir. Ruhlardan feyz alanlar işte bu kimselerdir. Gerçek arif olan Hakk’ı bilendir. Rabbine yakın olanlardır. Rabbim her yakın kuluna ne sırlar verir, vasıtalı veya vasıtasız neler neler öğretir! İşte bu ilahi armağandır, lütuftur. Sadece -Sevilene- verilir, hak edene verilir.
Yunus Emre, bir başka şiirinde ise bu sözlere itiraz edenlere; “Ömrünü zulmete salmış Marifet Yoksulu ” demektedir. Devam ederek “Hakk’ı bilen asla yalan söylemez. Dil ile Marifetten konuşanın delili yoktur. Bu kimseler temelde kibir ehlidir.” demektedir.
Hamd olsun Alemlerin Rabbi olan Allah’ımıza ki bizim delilimiz çoktur. Bu şiiri de bu delille, bu ilimle açıklayabiliyoruz. Bu yazılanları şimdiye kadar hiç bir yerde benzer açıklamasını bulmuş muydunuz?
Hace Ahmet Yesevi : “ İnsanın kendini bilmesi, Hakk’ı bilmesi demektir. Gafletten uyanmak, gönül gözünü parlatmak gerekir. Ancak o zaman insan -Allah Katında- makbul bir kul, Hz. Peygambere layık bir “Ümmet” olur.” demektedir.
Hayvani nefsini bildin. Onunla mücadeleye Kur’an ve sünnetler ışığında devam ettin. Zikirle nefsine karşı galip gelmeye başladın. Artık kalp aynan parlamaya başladığı için ilahi armağanları almaya da hak kazanmaya başladın. İşte olması gereken de bu… Kısacası sen üstüne düşen görevleri yerine getir; Rabbine yakın olmaya bak. Sana ilahi armağanlar mutlaka ulaşır. Bunun sonunda Rabbini bilme, tanıma ve sevme başlar. Sen gerçek anlamda severken; daha fazlası ile sevilirsin. Sevildiğini de sana mutlaka gösterirler; ispat ederler.
Elini vicdanına bir koy ve düşün. Bu yaşanıp anlatılanlar nerede; sen neredesin? Daha ne kadar gerçek sevgi yoksulu olarak kalacaksın?
Gel. Mevlana’nın dediği gibi “Gel” zikre başla. Hayatın sevme ve sevilme içinde geçsin. Sana verilecek mükafatlardan bahsetmiyorum. Gel, Aşık Sevgisi ile gel. Mutlaka gel. Yaşayacaksın, başkalarının yaşadıklarını sen de yaşayacaksın. Başkalarının yaşadıklarını sen sadece dinlemede kalma. YAŞA ve GÖR.
Suya girmeden yüzmenin zevkine asla varılmaz. Zikre girmeden ilahi armağanlara asla ulaşılamaz. Gör bak; Rabbin senin için ne güzellikler saklamış…
Üçüncü ve dördüncü mısralarda, yukarıda açıklamaya çalıştığımızı; ilim de kendinin kim olduğunu, hangi hayvani nefs ile sıfatlandığını, zikirsiz bilemeyeceğinden; kendini bilmeden, tanımadan Rabbini nasıl bilebilirsin ki demekte. Bir kulu tanıyabilmek için ona yakın olmak gerekir. Kulu tanımak için ona yakın olmak gerektiğini bildiğine göre; Rabbin olan Allah’ı bilmek içinde O’ na yakın olmak gerekmez mi? Yakınlık da zikirle, sünnetlere uymakla, ibadette devamlı olmakla ve tefekkürle olur. Bu sayılanların da üstünde mutlaka “sevgi” olacaktır, iman olacaktır.
Rabbimize yakın olabilmek, O’nun ilminden nasiplenmek ancak iç ve dış (beden ve ruh) temizliği ile olur. Dışını tertemiz eyle ama içimizdeki pislikle, O her şeyi bilen biricik Allah’ımıza yakınım diye kendini kandır dur. Olmaz öyle şey!
O halde önce kendimizin ” ne olduğunu ” – hangi hayvani nefse sahip olduğumuzu bilelim. Daha sonra bu hayvani nefsle mücadele edelim. Sonrada Rabbimiz olan Allah’ımızı arındıktan, temizlendikten sonra sevmeye çalışalım. İçimizdeki hayvani nefse sahip olduktan sonra, bir başka deyişle; nefsimiz, içimizde bize hükmederken biz nasıl olurda Rabbimizin emirlerini severek yerine getirebiliriz ki? Kendimizi kandırmayalım.
Gelelim, ikinci dörtlüğe :
“Okumanın manası ,
Kişi, Hakk’ı bilmektir.”
Rabbini nasıl bileceksin? Okumakla, tefekkür ile… Ne okuyacağız? Kur’an ı, Kur’an Dili ile yani Arapça okuyacaksın. Bilmiyorsan öğreneceksin. Hemen ardından da ” Meal ” olarak okuyacaksın. Yani Türkçe olarak… Bir Ayet Arapça ve hemen devamında Türkçe Mealini okuyacaksın. Arapça okumayı öğrenmede başarılı olamayacağına kesin olarak inanıyorsan da Meal olarak okuyacaksın. Mutlaka okuyacaksın.
Okuduğun Kur’an-ı Kerim’in –Ne Dediğini– bileceksin, öğreneceksin. Öğrendikten sonra da hayatında yaşayacaksın, uygulayacaksın. Allah’ın emir ve yasaklarını hayatına sokacaksın, iyi bir müslüman olacaksın. Davranışlarınla Kur’an-ı Kerim’i sahipleneceksin. Seni örnek alanlara da; davranışlarınla öğretmenlik yapıp öğreteceksin.
Kur’an vasıtası ile Hakk’ı; Allah’ını bileceksin. Kur’an-ı Kerim’i sadece Arapça okuyarak ne dediğini nereden bileceksin ki? Emirlerini bilmediğin Allah’ına nasıl yakın olacaksın? Yakın olamazsan nasıl bileceksin ki?
“Çün (ne ) okuduğunu bilmezsen
Ha bir kuru emektir.”
Yukarıdaki açıklamalarda bu iki mısraya da kısmen olsun cevap verdik.
Son olarak yine Yunus ile O’nun şiirini yazarak sonlandıralım:
“Kur’an okursun boydan boyunca,
“Elif ” ne demektir, bilmezsin hoca.”
Bu iki mısrada kısaca Kur’an’ın okunması, anlaşılması, yaşanması ve yaşatılması anlatıldıktan sonra; Marifette; ayette bildirilen: “Kur’an ı biz öğretiriz.” Gerçekleşecek. Elif’in sadece bir harf olmadığı sana, hak ettiğinde; yine birinci elden mutlaka öğretilecektir.
Toparlayacak olursak önce –kendini bilme– zikirden geçmekte; Rabbini bilme ise Kur’an-ı Kerim’i okumakta, anlamakta, yaşamakta ve başkalarına da yaşatmaktan geçmekte…
Okumakla çok sevap alırsınız. Anlamakla daha çok sevap alırsınız. Kur’an-ı Kerim’i hayatınıza sokup, yaşamakla çok daha fazla sevap alırsınız. Hayatınızı Kur’an’a uyarak yaşarken başkalarına da örnek öğretmen olursanız çook daha fazla sevap alırsınız. Bu sevapların da üstünde –Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini ve Rabbini tefekkür etmek– var… Geleni (Kur’an’ı ) ve Göndereni (Allah’ı ) düşünmek kadar başka ne insana sevap verebilir ki?
Marifet yolcusu olmayı istediğinizde ve yolculuk başladığında yakın olarak ve kesin olarak bileceksiniz ki Marifet çok büyük bir deniz. Ucu – sonu yok. Rızkın kadarını alırsın. Ne diyelim? Rabbimiz sizleri; bu yazıları okumaya sevk etti ise bilin ki çok şanslısınız. Size düşeni yapın, başlayın. Yardım mutlaka ” Bir olan ve eşi, benzeri olmayan; size şah damarınızdan daha yakın olan Allah’ımızdan gelir.”
“ Allah’ın, Resul’ünün ve sevdiklerinin selam ve bereketi üstünüze olsun .”